Yönetmen Aynur Özbakır’ın Türkiye’nin ilk işitme engelli balerini Eda Tavacı’yı konu edindiği “Sessiz Dans” filmi, Documentarist 17. İstanbul Belgesel Günleri’nde izleyiciyle buluştu. Yerleşik alışkanlıklara ve sağırlığa karşı dans ederek hayata tutunan Eda Tavacı’nın hikayesini anlatan “Sessiz Dans”ta, Tavacı’nın müzikle ve bedeniyle kurduğu sıra dışı ilişki gösteriliyor.
Eda Tavacı ile tanışıp hikayesini konu etmeye karar verdikten sonra işaret dili kursuna giderek iletişimi mümkün kılan Yönetmen Özbakır, “Eda’yla ve yakın çevresiyle doğru ve sabırlı ilişkiler kurmak önemliydi” dedi. Yüksek öğrenimini odyometri (işitme testi) alanında yapan ve birçok sağlık kuruluşunda çalışan Özbakır, bu alanın bilgisine de sahip. Aşina olduğu bir dünyanın hikayesini aktarmanın sadece motivasyon açısından değil filmin konseptini oluştururken de avantaj sağladığını söylerken, “İşitme engellilerin toplumla, kendileriyle daha hassas bir etkileşimleri oluyor. Sıklıkla anlaşılmama ve yalnızlık hissiyle de mücadele etmek zorundalar. Bir yabancıya güvenmek, sahneye çıkmak, yeteneğinin yanı sıra engeliyle de spot ışıklarının altında olmak kolay değil” ifadesini kullandı.
Türkiye ile birlikte dünyada da birçok festivalde izleyicisiyle buluşmaya hazırlanan “Sessiz Dans”, Portekiz’de Portugal Indie Film Festival’inden Best Dance Feature Film Ödülü’nü de aldı. Film, İngiltere’deki A&E, Accessibility and Environment Film Festivali’nde de gösterilecek.
Filmin yönetmeni Aynur Özbakır’la “Sessiz Dans”ı konuştuk.
“Sessiz Dans” belgesel projesi nasıl ortaya çıktı? Türkiye’nin ilk işitme engelli balerini Eda Tavacı’yla nasıl tanıştınız?
“Sessiz Dans” belgeselinden önce kısa film senaryosu yazmaya çalışıyordum. Köyde yaşayan işitme engelli küçük bir kızın hikayesi. Yazım aşamasında okumalar yaparken Eda’nın gazetedeki haberi gözüme çarptı ve hemen tanışmak istedim. İnternetten iletişim bilgilerini bulup kendisine mesaj yazdım. Buluşmadan önce de işaret dili kursuna gittim. Birbirimizi anlayacak kadar öğrendiğimde buluştuk.
‘ENGELLİ BİREYLERİN TOPLUMLA DAHA HASSAS BİR ETKİLEŞİMLERİ VAR’
Üniversite eğitiminizin odyometri olduğunu ve birçok sağlık kuruluşunda çalıştığınızı biliyoruz dolayısıyla bu alanın bilgisine de sahipsiniz. Tüm bunlar, “Sessiz Dans” dokümanteri için yola çıkma motivasyonunuzun temelini oluşturdu diyebilir miyiz?
Bu bilgi ve tecrübe, filmin oluşumunda elbette bana kolaylık sağladı. Bildiğim bir dünyanın hikayesini anlatmak, sadece motivasyon açısından değil, filmin konseptini oluştururken de avantajdı.
Eda’yla ve yakın çevresiyle doğru ve sabırlı ilişkiler kurmak önemliydi. Çünkü işitme engellilerin ve genel olarak engelli bireylerin toplumla, kendileriyle daha hassas bir etkileşimleri oluyor. Bir yabancıya güvenmek, sahneye çıkmak, yeteneğinin yanı sıra engeliyle de spot ışıklarının altında olmak kolay değil. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde engelli bireyler eğitim müfredatından tutun da şehir mimarisine kadar hemen tüm alanlarda önemli bariyerlerle karşı karşıyalar. Eda, bu bariyerleri aşma konusunda ilham verici bir başarı hikayesinin öznesi. Filmde bu zorlukların neler olduğunu ve Eda’nın engellere rağmen yolculuğunu sürdürme sürecinde nasıl bir irade ortaya koyduğunu anlatıyoruz.
İletişim kuramamanın, toplumsal bariyerlerin hayatlardaki karşılığı ve maliyeti ne?
Kendilerini ifade edemediklerinde sosyal yaşama dahil olamıyorlar. Yalnızlaştırılıyorlar. Okulda arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle iletişim kuramayınca içlerine kapanıyorlar. Örneğin hastanede yanlarında yardım edecek birisi olmadığında sağlık hizmeti alamıyorlar. Yardım edecek kişi genellikle anne oluyor ama mahremini belki anneyle paylaşmak istemeyecek ya da anne her zaman uygun olamayacak…
Birine bağımlı yaşamak istemiyorlar fakat ayrı evde yaşamaları neredeyse imkansız. Sokakta, alışverişte de aynı şekilde… Otobüste inecekleri durağı otobüs ekranında yazılı görmeyince çok stresli oluyorlar mesela. Sinemada, televizyonlarda filmler altyazılı değilse izleyemiyorlar. Kültür-sanat alanında ise gayet sınırlı etkinlikleri takip edebiliyorlar.
“Sessiz Dans” film gösterimine gelmeden önce sordukları ilk soru “Altyazı var mı?” ya da “İşaret dili tercümanı olacak mı?” biçimindeydi. Bu soru sorulmadan bizim toplum olarak, kurumlar olarak bu koşulları zaten sağlıyor olmamız gerekiyor. Çevremizde işitme engelli, sağır bireyleri görmüyoruz diye unutuyor olabiliriz ama onlar var.
‘EĞİTİM MÜFREDATLARINDA İŞARET DİLİNİN OLMASI GEREKİYOR’
Milli Eğitim Bakanlığı, 1953 yılında okullarda işaret dilinin kullanılmasını yasaklamış. Öne sürdüğü gerekçede de ‘işaret dilinin çocukların konuşmasını engelleyeceği’ iddiası var. Gerçekten öyle mi?
Benim gözlem ve tanıklıklarım aksi yönde ama yine de bu soruyu uzmanların yanıtlaması daha doğru olur. Gözlemlerim, bazı işitme engelliler için işaret dilinin temel bir ihtiyaç ve hak olan iletişim için gerekli olduğu hatta bazı durumlarda tek iletişim seçeneği olabileceği yönünde. Çocukların ‘konuşmayı öğrenmesini engellememek’ niyetiyle öne sürülen bu tür katı düzenlemeler hem konuşmayı öğrenememek hem de iletişim kuramamak gibi çok daha büyük sonuçlara yol açabilir.
Bence eğitim müfredatlarında işaret dilinin olması gerekiyor. Aksi yaklaşımların hele de yasakların, gelişmemişlik süreçlerine özgü dogmatik bir öz taşıdığını düşünüyorum. Tıpkı Kürt illerindeki okullarda Türkçe öğrenmeye zorlanan çocukların ‘Kürtçe konuşmak yasak’ tehdidine maruz kalması gibi. Oysa, pek bir işe yaramıyor çünkü terapiye gelen çocuklar sınıftan çıktıkları anda işaret diliyle konuşmaya başlıyorlar.
İşaret dili yasaklanınca çözüm olmuyor. Bunu Eda’nın öyküsünde de görebiliriz. Günlük yaşamında dünya kadar şeylerle mücadele ederken bir de toplumun koyduğu engellerle baş etmek zorunda kalıyorlar. Yine de dediğim gibi, bu tür spesifik bir konunun hekimler ve pedagoglar tarafından ele alınması daha isabetli olur.
“Sessiz Dans”, Documentarist 17. İstanbul Belgesel Günleri kapsamında hayli kalabalık bir izleyici topluluğuyla buluştu. Bu kadar yoğun bir ilgi bekliyor muydunuz?
Filme ilgi olacağını bekliyordum çünkü dikkat çekici bir konu. Gösterimin bu kadar yoğun duygu yüklü olacağını ise beklemiyordum. Epey bir aradan sonraki belgeselim. Sağırların, işitme engellilerin gelmiş olması ve onların kendilerini beyaz perdede görmelerinden duydukları mutluluk… Çok duygulandım ve alkışları hem sesli hem de işaret diliyle almış olmak onurlandırdı beni. Temennim, Türkiye’de ve dünyada olabildiğince çok izleyiciye ulaşabilmek.