Kevin Costner’in western temalı ‘Horizon: An American Saga-1’ filmi hem Türkiye’de hem de ABD’de yeterli izleyici sayısına ulaşamadı. Kızılderililer ve ‘beyaz adam’ arasındaki geçen hikayede, başrol oyuncusu olan Costner’in, filmin 60. dakikasından sonra çıkması eleştiri konusu olurken, filmin yönetmenliğini de yine Costner’ın yapması nedeniyle film kritiklerinde düşük puanlar verildi. Marlon Brando’nun yönetmenliğini üstlendiği ve başarısızlıkla sonuçlanan ‘One Eyed Jacks’in kaderine benzetilen filmle ilgili, Tunca Arslan’ın Aydınlık gazetesindeki “Kevin Costner’ın görkemli fiyaskosu” başlıklı yazısının tamamı şu şekilde:
Marlon Brando oyuncu olarak şöhretin zirvesindeyken bir tutkuya kapılır ve destansı bir western filmi yapmak için kolları sıvar. Çeşitli anlaşmalara imza atılır, çalışmalar başlar ancak işler bir türlü istenildiği gibi gitmez ve önce bu türün usta yönetmeni Sam Peckinpah kovulur. Ardından sıra, sinema tarihinin göreceği en büyük yönetmenlerden biri olan Stanley Kubrick’e gelir, o da Brando’yla yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle projeden ayrılmak zorunda kalır. Çekim süresi de bütçe de iki katına çıkar.
Sonunda yönetmenliği de Brando üstlenir ve 1961 yılında ortaya 141 dakika uzunluğunda, eleştirmenlerin yerden yere vurduğu, bizde “Aşk ve İntikam” adıyla bilinen “One Eyed Jacks” diye bir film çıkar. Marlon Brando yönetmiş, başrolü üstlenmiş ve görkemli bir başarısızlığa imza atmıştır.
FETHETME GÜDÜSÜ, MÜLKİYET TUTKUSU
Kevin Costner’ın dört filmden oluşacak bir dizinin ilk ayağı olan 181 dakikalık destansı western denemesi “Horizon: An American Saga-1”i seyrettiğimde aklıma doğrudan doğruya Marlon Brando ve “One Eyed Jacks” geldi çünkü aynı türden bir başarısızlık, daha ağır nitelemek gerekirse görkemli bir fiyasko var karşımızda. Hatta Brando’nun filminin elinin ayağının çok daha düzgün ve derli toplu olduğu bile söylenebilir. Kaldı ki “Kurtlarla Dans” (1990) falan düşünülünce Costner’ın western yönetmek konusunda çok daha deneyimli olduğu da açık.
1859’da beyaz adamlar Amerikan yerlilerinin yaşadığı bölgelerde arazi seçimi yaparken ve öldürülürken açılan film, fethetme güdüsü ve mülkiyet tutkusu bağlamları üzerinden farklı öyküler anlatarak akmaya çalışıyor. “İlk gelenlerin” üç mezarının olduğu o bölge yavaş yavaş bir kasabanın doğum yeri olurken, ortalıkta okuma-yazma bilmeyen kovboyların, dağ başındaki kilise yıkıntılarında ne aradığını bilemediğimiz adamların, fahişelerin, sarı şeritli askerlerin, kervan sürücülerinin, at tüccarlarının, belalı biraderlerin ve apaçi savaşçılarının gezinip durduğu, farklı yataklardan akan bir “kuruluş hikâyesi” belirmeye başlıyor.
Aslında “geç kuruluş hikâyesi” demek daha doğru, çünkü ülke çoktan kurulmuş ve Kuzey-Güney iç savaşına doğru yol alır hale gelmiştir bile.
BİR BOLLUK GÖSTERİSİ
John Ford-Henry Hathaway-George Marshall-Richard Thorpe yönetmen kare asının 1962’de çektiği antolojik “Batının Zaferi” (How the West Was Won) filminin etkisinde kaldığı çok belli olan Kevin Costner, şaşırtıcı biçimde, filmi sanki hiç kurgulamamış, çektiklerini ardı ardına sıralamış ve seyirciye bir yap-boz oyunu sunmuş gibi duruyor.
Kurgu niyetine ince iplikle teyellenmiş olan filmin bölümden bölüme atlarkenki bağlantı noktası ise vaat edilmiş cennete çağıran bir el ilanından ibaret. Anlayacağınız, başrol oyuncusu olarak filmin 61. dakikasında görünmeye başlayan Costner’ın o dakikaya kadar (ve ondan sonra da) yönetmen olarak ne yaptığını anlamak mümkün değil. Oyuncularıyla, görüntü ve sanat yönetmenliğiyle karşımızda bir bolluk gösterisi var ama karmakarışık ilerleyen, seyircinin dikkatini sürekli dağıtan bir film “Horizon: An American Saga-1” .
Kısacası, “Beyaz adam masum Kızılderilileri vahşice öldürdü ama aslında bir orta yol bulmak mümkündü” demekten ötesine geçmeyen, tıpkı Hollywood’un Vietnam filmlerindeki “Biz burada çok kötü işler de yaptık” diyen ama Vietnam’a neden gidildiğini sorgulamayan vicdan aklayıcılar gibi bir yol tutturmuş Costner ve çok uzun süredir ancak kalp masajlarıyla, hayat öpücükleriyle hayatta tutulmaya çalışılan western türüne yeni bir soluk katayım derken ne yazık ki nefesi yetmemiş.
ABD’deki gişe başarısızlığı üzerine devam filmlerinin nasıl geleceği meçhul olan “Amerikan Destanı”nın ilk iki haftada Türkiye’de yalnızca altı bin seyirci çekebildiğini de belirtmiş olayım.